Anne Sütü Neden Az Gelir?
Anne sütü, yenidoğan ve bebeklerin en ideal besin kaynağıdır. Emzirmenin sağlık kurumları tarafından altı ay süreyle yalnızca anne sütü verilmesi önerilir; fakat bazı annelerde süt üretimi bebeğin ihtiyacını karşılayamayacak kadar düşük kalabilir. Araştırmalara göre annelerin yaklaşık %10–15’i süt miktarının yetersiz olduğunu bildirir. Bu duruma “hipogalaksi” veya “düşük süt miktarı” denir. Ancak bazen annelerin algısal olarak sütlerinin yetmediğini düşünmesi, gerçekteki durumu yansıtmayabilir. Örneğin Cleveland Clinic’e göre annelerin bir kısmı yeterli süt üretirken de endişe duyabilir; buna “algısal süt yetersizliği” adı verilir. Gerçek süt azlığının saptanmasında bebeğin kilo alımı, idrar/maka sıklığı gibi göstergeler dikkate alınır.
Süt Üretiminin Fizyolojisi ve Düzenlenmesi
Memede süt üretimi, gebelik boyunca ve doğum sonrası hormonal değişikliklerle düzenlenir. Gebelik sırasında yüksek düzeyde östrojen ve progesteron, süt bezlerinin gelişmesini sağlar ancak süt oluşumunu baskılar. Doğumdan sonra plasentanın atılmasıyla progesteron seviyesi hızla düşer ve prolaktin başta olmak üzere memeyi uyarıcı hormonların etkisiyle Laktogenez II devresi başlar: genellikle doğumdan 2–3 gün sonra süte geçiş olur. Bu dönemde ilk süt (kolostrum) miktarı hızla artar. Erken doğum, Sezaryen veya plasental parça kalması gibi etkenler bu süreci geciktirir; primipar annelerde (ilk doğum) süt gelmesi bir miktar daha yavaş olabilir. Örneğin statpearls kaynağı, birinci gebelikte ve Sezaryen sonrası sütün “gelmesinin” genellikle geciktiğini belirtir; ayrıca plasenta parçacıkları, diyabet veya doğum stresi de süt üretiminin geç başlamasına yol açabilir.
Laktasyonun sürdürülmesi süt boşaltımına (sürekli emzirme veya sağma) bağlıdır. Meme her boşaldığında hipofizden prolaktin ve oksitosin salınımı uyarılır. Prolaktin, meme bezlerinde süt yapımını teşvik ederken, oksitosin kasılmayı sağlayarak sütün kanallara akmasını sağlar. Emzirme ya da sağma sıklığının azalması, uyarıyı azaltarak süt üretiminin düşmesine neden olur. Günlük ek enerji ihtiyacı da belirleyicidir: emziren bir kadının günde yaklaşık 500 kalori fazladan alması tavsiye edilir; aynı zamanda her 2–3 saatte bir memeyi boşaltmak süt miktarını korur. Bu fizyolojik bilgiler, süt üretimini etkileyen bozuklukların anlaşılmasında temel oluşturur.
Anatomik ve Meme Yapısı ile İlgili Nedenler
Bazı kadınlar yapısal olarak yeterli süt bezine (glandüler doku) sahip olmayabilir. Yetersiz glandüler doku (Insufficient Glandular Tissue – IGT), süt kanallarının ve salgı hücrelerinin az olması halidir. Avustralya Emzirme Derneği’ne göre kadınların küçük bir yüzdesi, gebelikte veya doğum sonrasında beklenen meme büyümesini yaşamaz ve süt üretimi düşük kalır. Bu durum genellikle memede şekil bozukluğu ile birlikte görülür: Örneğin dikine, dar bazlı “tüp” şeklinde meme yapısı, areolanın aşırı büyük olması veya meme ucu geniş açılı olması gibi işaretler IGT riski taşıyabilir. Bu fiziksel yapı bozuklukları olan anneler, emzirmeyi çok sık deneseler bile süt miktarı yetersiz kalabilir. Gebelikte memede hiçbir değişim olmaması da bir uyarıcı işarettir.
Ayrıca meme cerrahileri süt üretimini etkileyebilir. Meme küçültme ameliyatları sırasında süt kanallarının kesilmesi veya peri-areolar kesi yapılması süt “toplama sistemini” bozarak süt akımını kısıtlar. Stanford Üniversitesi Tıp Merkezi’nin rehberinde belirtildiği üzere, meme küçültme geçiren anneler genellikle süt üretiminin azalmasını beklemelidir ve eksiksiz emzirmek nadiren mümkün olur. Meme büyütme (implant) cerrahileri ise süt üretimini doğrudan bozmasa da implantlar meme boşalmasını zorlaştırır ve aşırı dolgunluk yapabilir; bu durum oksitosin refleksini engelleyerek toplam süt miktarını azaltabilir. Bu nedenlerle önceden meme operasyonu geçirmiş kadınlarda emzirme planlaması için uzman görüşü önem taşır.
Hormonal ve Endokrin Bozukluklar
Hormonal dengedeki bozukluklar da süt üretimini olumsuz etkiler. Örneğin, Polikistik Over Sendromu (PKOS) olan kadınlarda kronik yüksek androjen ve düşük progesteron problemi olabilir. PKOS’lu annelerin bir kısmında gebelik sırasında memede yeterli hücresel gelişim gerçekleşmediği veya önceden az bez dokusu bulunduğu bildirilmiştir. Bu kadınlar, gerekli alveol büyümesini destekleyen progesteron düzeyi daha düşük olabilir ve insülin direnci süt yapımını zorlaştırabilir. Dolayısıyla PKOS’lu annelerde bazı vakalarda yetersiz süt üretimi gözlemlenebilir.
Tiroid hormonu eksikliği (hipotiroidi) de süt miktarını azaltabilir. Tiroid hormonları memede normal gelişim ve süt sentezi için önemlidir; tiroidi düzgün çalışmayan kadınlarda süt üretimi düşebilir. Örneğin Avustralya Emzirme Derneği notlarında; bir kadının tiroid hormon düzeyi düşükse süt miktarı azalabileceği, tedaviyle hormon seviyeleri normale getirildiğinde ise süt üretiminin genellikle normale döndüğü vurgulanır. Bazı kadınlar ise tam normale yakın kabul edilen bir tiroid seviyesinde bile süt miktarında yetersizlik yaşayabilir; bunlar optimal sonuç için ilave tedavi veya daha üst sınırda hormon düzeylerine ihtiyaç duyabilir.
Gestasyonel veya Tip 2 diyabet de süt üretimini geciktiren bir faktördür. Şeker hastalığı memedeki hücre farklılaşmasını etkileyen insülin yolunu bozabilir. Bir çalışmada gestasyonel diyabetli kadınların uzun vadede geç laktogenez yaşadığı, sık emzirmeye rağmen sütünün bebeğin ihtiyacını tam karşılayacak şekilde artmadığı rapor edilmiştir. Diyabetli anne adaylarında insülin direnci, memedeki hücrelerin salgılamaya geçişini geciktirerek süt gelmesini yavaşlatır ve toplam süt miktarını düşürür. Ayrıca yüksek vücut kitle indeksi (obezite) inaktif işleyen birkaç faktörü beraberinde getirir; obez kadınlarda prolaktin cevabı düşük olabilir ve zor doğum/uzamış doğum bu grupta daha sık görüldüğünden süt üretimi gecikebilir.
Çevresel ve alınan ilaçlar da hormon etkisine girebilir. Östrojen içeren doğum kontrol yöntemleri, fitohormonlar veya çevresel östrojen benzerleri süt üretimini baskılayabilir. Zira dışarıdan alınan yüksek düzey östrojenler, prolaktin etkisini azaltarak süt akımını düşürebilir. Özetle; hormonal dengesizlikler (PKOS, hipotiroidi, diyabet), yüksek vücut ağırlığı ve östrojenik maddelere maruziyet süt üretimini azaltan önemli endokrin nedenlerdir.
Doğum Sonrası ve Plasenta İlişkili Nedenler
Doğum ve hemen öncesi dönemde yaşanan komplikasyonlar süt miktarını etkiler. Plasenta parçası kalması, süt “gelmesini” engelleyen önemli nedenlerden biridir. Normalde doğumla birlikte plasentanın atılması, progesteronun hızlı düşmesini sağlar ve bu da Laktogenez II’nin başlamasına sinyal verir. Ancak plasentanın bir parçası uterusta kaldıysa yüksek progesteron üretimi devam eder ve süt yapımı uyarısı kesintiye uğrar. Bir olgu sunumuna göre, yoğun emzirmeye rağmen süt gelmeyen bir annenin tanısında, plasenta parçacığı tespit edilmiş ve parça alındıktan sonra süt akışı başlamıştır. Dolayısıyla, ikinci gebelikte (örneğin anne hâlâ gebe iken emzirme) veya üçüncü doğum sonrası plasenta ile ilgili sorunlar (parçalı ayrılma, plasenta adeziv), süt üretimini önemli ölçüde geciktirebilir veya tamamen durdurabilir.
Aşırı doğum sonrası kanama (hemoraji) da süt azlığına yol açabilir. Ciddi kan kaybı hipofiz bezini besleyen damarlarda hasar yaparak prolaktin salgısını azaltabilir (Sheehan sendromu). Sheehan sendromunun en erken ve sık belirtilerinden biri, annenin hiç süt verememesi ya da sütünün hızlıca kesilmesidir. Böylece doğum sırasında yaşanan travmatik bir kanama, sütün başlamasını engelleyen bir faktör olabilir. Benzer şekilde şiddetli doğum stresi, epidural kullanımı, enfeksiyon veya annenin ağrılı bir durumla mücadele etmesi de süt çıkışını geciktirebilir.
Ayrıca erken ilk emzirme aksaması da nedenlerdendir. Doğumdan sonraki ilk saatlerde bebeğin derhal emzirilmesi süt üretimini tetikler. Emzirmenin saatlerce gecikmesi ya da anne-bebek ayrılığı (örneğin anne işte veya hastanede uzun süre kaldıysa) başlangıç uyarısını azaltır. Yapılan çalışmalarda, emzirmenin ilk saatlerde sürekli yapılmaması veya yoğun formülle besleme yapılması durumunda süt miktarının daha geç artmaya başladığı gösterilmiştir. Özetle, doğum ve plasentaya bağlı faktörler (plasenta retansiyonu, doğum komplikasyonları, geç emzirme başlangıcı) süt miktarını sınırlayan önemli nedenler arasındadır.
Emzirme Tekniği ve Yönetim Faktörleri
Emzirme sıklığı ve tekniği süt arzını belirler. Meme ne kadar sık boşaltılırsa, vücut o kadar çok süt üretir. Aksi durumda geri bildirim mekanizmasıyla üretim azalır. Bebeğin emiş gücü zayıfsa veya sık aralıklarla yemiyorsa, meme boşalmadığı için süt üretimi düşer. Süt verme aralarında uzun boşluklar olması ya da bebek-tutturma pozisyonunda sorun varsa süt yeterince çekilemeyebilir; bu da reseptör uyarısını azalttığı için üretimi engeller. Uzaktan çalışmanın arttığı günümüzde, annelerin bebeğiyle uzun süre ayrı kalması (ör. iş nedeniyle) sık görülen bir sorundur; bu durumda pompa ile sağım yapılmazsa süt miktarı düşebilir.
Formüla ile takviye başlamak da talebi azaltır. Süt üretimi arz-talep ilişkisiyle çalıştığından, bebek formülle beslenirse meme uyarısı azalır. UT Southwestern tıp merkezinin belirttiğine göre, bebeğin öğünlerden birini formülle geçirmesi en azından iki şekilde olumsuzdur: Birincisi bebeğin eksik emmesi uyarıyı azaltır, ikincisi meme pompalama veya emzirme yapılmadığı için üretim düşer. Bu nedenle formül takviyesi yapan annelerin eksik de olsa sık sık sağım yapmaları veya pompa ile memeyi boşaltmaları önerilir.
Emzirme tekniğinde yaşanan mekanik sorunlar de süt azalmasına neden olabilir. Dil bağı, ağız yarıkları veya kasılmalar nedeniyle bebeğin doğru kavrayamaması, memeyi tam boşaltamayıp süt arta kalmasına yol açar. Yine emmeyi kesik-sik yapmak (sık uykuya dalma, meme reddi) da toplam uyarıyı azaltır. Uygun pozisyon, rahat ve ağrısız emzirme sağlandığında süt çıkışı ve üretimi olumlu etkilenir. Bütün bu etkenler dikkate alınarak, yeni doğanda emzirme pratiğine erken destek verilmesi (IBCLC hemşire/danışman eşliğinde sık pozisyon kontrolü gibi) süt miktarını olumlu yönde etkiler.
Yaşam Tarzı ve Psikososyal Faktörler
Anne adayının genel sağlık durumu ve yaşam biçimi de süt üretimini etkiler. Stres ve anksiyete, en kuvvetli olumsuz faktörlerden biridir. Uzmanlar, yeni doğum sonrası dönemde stresin süt akımını anında azaltabileceğini belirtir. Artan kortizol gibi stres hormonları oksitosin salınımını baskılayarak sütün dışarı çıkmasını zorlaştırır. Geçirilen büyük bir hastalık veya yoğun ağrı stresi de benzer şekilde süt üretimini kısmen kesebilir. Özellikle COVID-19 pandemisi gibi kronik stres dönemlerinde anne kaygısı artmakta, bu da emzirmenin düzenini bozabilmektedir.
Beslenme ve hidrasyon da kritiktir. Emziren annelerin günlük ekstra 500 kaloriye ihtiyacı vardır. Aşırı kilo kaybı amacıyla çok düşük kalorili diyetler yapmak, süt yapımını zorlaştırır. Yeterli karbonhidrat ve protein alımı süt sentezi için gereklidir; yetersiz beslenen anneler süt miktarında düşüş yaşayabilir. Aynı şekilde sıvı eksikliği de süt hacmini sınırlayabilir. UT Southwestern hastanesi uzmanı, emziren kadınların bol su içmesini vurgulamış; emzirme sırasında su içmek basit ama etkili bir yöntem olarak önerilmiştir.
Sigara, alkol ve bazı ilaçların kullanımı süt miktarını düşürür. Ağır sigara veya marihuana kullanımı dolaşımı azaltarak süt üretimini baskılayabilir. Alkol de refleksi yavaşlatabilir ve sıvı alımını azalttığı için dolaylı etki yapar. Uzun süreli doğum kontrol hapı kullanımı (özellikle östrojen-progesteron içeren) emzirilen annelerde süt azalmasıyla ilişkilendirilmiştir. Bu tür maddeler ve beslenme alışkanlıkları değiştirildiğinde süt miktarında iyileşme görülebilir.
Son olarak uyku düzeni ve sosyal destek unutulmamalıdır. Aşırı uykusuzluk, depresyon veya anksiyete emzirme istek ve performansını azaltır. Yardım almadan tek başına her işi üstlenmek stres dozunu artırır ve süt üretimini dolaylı olarak bozar. Bu nedenle aile ve sağlık ekibi desteğiyle annenin istirahat etmesi, beslenmesine özen göstermesi süt miktarını iyileştiren önlemlerdendir.

Bir yanıt yazın